
2 Ocak 2021 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum Rektör Melih Bulu’ya ve tüm kayyum rektörlere karşı yapılan eylemler 2 haftadır ülkemizin gündeminde yer alıyor. Bu eylemler üniversitelerin ve milyonlarca gencin geleceğine dair tartışmaları tetikledi. Gençlik, üniversiteleri ve geleceğini nasıl yeniden kazanacağını birlikte tartışmalı, bu doğrultuda birlikte mücadele etmelidir.
Kısa Bir Üniversite Tarihi
Cumhuriyet’in 10. yılında 1933 Üniversite Reformu gerçekleştirildi. Ülkemizde modern anlamda üniversiter eğitimin başlangıcını 18. ve 19. yüzyıllarda açılan Mühendishane, Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye gibi kurumlara dayandırmak mümkün olsa da adı üniversite olan ilk kurum, reform kapsamında 1 Ağustos 1933’te Darülfünun’un yerine kurulan İstanbul Üniversitesi oldu. Üniversiteler sonraki on yıllarda tekrar tekrar gündeme gelmenin yanı sıra farklı içerik ve görünümlerdeki mücadelelerin de mekanları oldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dönemin iktidarlarının Batı Bloku’nda yer alma tercihi üniversiteleri de doğrudan etkiledi. Üniversiteler bir yandan Soğuk Savaş ideolojisi ile boyunduruk alınırken diğer yandan da üniversite sistemi ABD’den gelen heyetlerin direktifleri doğrultusunda şekillendirildi.
1948 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) görev yapan Behice Boran, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav gibi isimlerin de dahil olduğu solcu akademisyenler tasfiye edildi. 1950’li yıllarda ise yeni kurulacak üniversiteler için ABD’nin Nebraska Üniversitesi’nden gelen heyetin tavsiyeleri doğrultusunda Nebraska modeli esas alınarak Ege ve Atatürk Üniversiteleri bölge üniversitesi anlayışıyla kuruldu. Yine aynı dönemde “Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinin kalkınmasına katkıda bulunmak” amacıyla kurulduğu ilan edilen ODTÜ’nün kuruluşunda da ABD belirleyici olmuştu. Ancak toplumsal mücadelelerin yükseldiği 1960’lı yıllardan itibaren üniversiteler iktidarların istedikleri gibi at oynatabildikleri alanlar olmaktan çıkmıştır.
Birçok demokratik kazanımı güvence altına alan, örgütlenme özgürlüğünün yanı sıra üniversite ve TRT gibi kurumları özerkleştiren 1961 Anayasası’nın sağladığı görece özgür ortamda gençlik hem üniversitenin hem de ülkenin gündemleriyle ilgilenmiş, fikir kulüplerinde bir araya gelerek kapitalist düzenin alternatiflerini tartışmış, tartışmakla kalmayıp FKF’den başlayarak farklı gençlik örgütleri ve siyasal hareketler bünyesinde ülkeye dair sözünü söylemiştir. İşçi ve köylü direnişlerine destek veren, Hakkari’de yoksul köylüler için Zap Suyu’na köprü yapan, kentlerde emekçilerin barınma hakkı mücadelesini destekleyen, ülkesi için söz söyleyen gençlik ile gençlerin hak ve mücadelelerini savunan ilerici akademisyenlerin varlığından rahatsız olan egemen güçler, 12 Eylül darbesinden başlayarak üniversiteye bir kez daha saldırmıştır.
12 Eylül darbesi, üniversite kurumuna birçok yönden darbe vurdu. Üniversitelerde her türlü tartışma ve örgütlenme ortamını baskı altına alan darbeciler, rektörlükleri Türk-İslam sentezci kadrolarla doldurup doktora yapmamış çok sayıda gericiyi bir gecede öğretim üyesi yaparken 1402 nolu yasa ile çok sayıda akademisyeni sudan sebeplerle tasfiye ettiler. Bu dönemde yürürlüğe giren 1982 Anayasası ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurularak üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı. YÖK ile birlikte üniversitelerde bir yandan demokratik kazanımlar tırpanlanırken bir yandan da yemek, ulaşım, güvenlik, barınma gibi hizmetler adım adım özelleştirilerek üniversiteler piyasalaştırıldı. Üniversitelerde bilimsel bilgi üretimi yerine piyasa odaklı çalışma teşvik edildi. 12 Eylül’ün üniversite kurumuna saldırısı, bu anlamda önceki dönemlerden farklı olarak geçici ya da anlık olmayıp çok daha esaslıydı. 12 Eylül’ün devamı niteliğindeki AKP iktidarı, üniversite kurumuna bir başka esaslı saldırının faili durumundadır.
Güncel Sorunlar ve Mücadele Başlıkları
Anılan dönemlerde gençlik mücadelesi hiçbir zaman teslim olmayıp üniversitenin yanı sıra ülkesi için de mücadele etti. Zaman zaman güç kaybetse, geriye düşse bile asla havlu atmadı. Türkiye’de yaprak kımıldamayan dönemlerde bile gençlik umudun temsilcisi oldu, bu umudu memlekete yaymak için görev üstlendi.
2015’te İstanbul Üniversitesi’nde seçimi kazanan Raşit Tükel yerine AKP yandaşı Mahmut Ak’ın rektör atanması, üniversite gençliğinin güçlü itirazıyla karşılaşmıştı. 29 Ekim 2016’da yayımlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) ile Cumhurbaşkanı’na doğrudan rektör atama yetkisi verilmesiyle resmiyet kazanan kayyum rektör uygulaması da gençlikten hiç kabul görmedi. ODTÜ’ye Verşan Kök’ün, Dokuz Eylül Üniversitesi’ne Nükhet Hotar’ın, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne İsmail Koyuncu’nun, Ankara Üniversitesi’ne Necdet Ünüvar’ın ve bu metinde tek tek yer veremediğimiz toplam 106 kayyum rektörün atanma süreçlerinde gençlik hiç sessiz kalmadı. Atanmış rektörler arasında hiç uluslararası makale yazmamış, hiç kitap yazmamış, hiç atıf almamış onlarca kişinin varlığı, kayyum rektör uygulamasında liyakatin değil AKP’li Cumhurbaşkanı’na biatın esas alındığının ve dolayısıyla gençliğin kayyumlara karşı mücadelesinin haklı olduğunun göstergesi.
Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Melih Bulu’ya karşı yükselen gençlik hareketinin bizlere hatırlattığı bazı önemli noktalar var. Öncelikle Türkiye’de kayyum rektörlere ya da yemekhane fiyatlarına, yurtlarda yaşadığımız sorunlara, KYK borçlarına karşı verilen mücadeleler memlekette AKP’ye karşı verilen mücadele ile birlikte yürümek zorunda. Tekil başlıklarda verilen mücadeleler ile memleketin bütününe yönelik yaşanan saldırılara karşı verilen mücadele bütünleşemediğinde tekil başlıklardaki mücadele de etkisizleşiyor.
AKP’nin toplumu dönüştürme çabasının en somut örneği gençlik alanında kendini gösteriyor. Bu çaba kimi zaman lise müfredatı ile kendini gösterirken kimi zaman üniversitelerde aydın bir kimlik yaratmak için üretim yapan kulüp ve topluluklara yönelik baskılar ile kendini gösteriyor. Kimi zaman imam-hatip okulları dışında başka seçenek bırakmayan iktidar kimi zaman üniversitede görev yapan ilerici hocalarımızı işlerinden atarak bu çabayı sürdürmeye devam ediyor. Bu bütünlüklü çabaya karşı özel olarak sadece baskı altında kalan lisede ya da üniversitede verilen mücadele yetersiz kalacaktır. Bu nedenle iktidarın saldırılarına yönelik tek bir üniversitede ya da tek bir lisede gerçekleşen direnişin, o ölçek ile sınırlı kalmaması ve tüm liselere, tüm üniversitelere yayılması gerekmektedir.
Üniversitelerin kaderi, AKP tarafından yoksulluğa mahkûm edilen emekçi halkın kaderiyle iç içe geçmiştir. Bu konuda belki en somut örnek Boğaziçi Üniversitesi önünde aylardır direnişlerini sürdüren Bimeks işçileri. 2018 yılında birikmiş maaşlarını ve tazminatlarını alamadan işlerinden atılan 1500 Bimeks işçisi aylardır eylemlerine devam ediyor. 1500 işçinin haklarının gasp edilmesinden sorumlu olan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Vedat Akgiray, AKP iktidarı tarafından sonuçları tanınmayan 2016’daki rektörlük seçiminin AKP destekli adayı olarak karşımıza çıkmıştı. Akgiray, aynı zamanda intihalci Melih Bulu’nun yüksek lisans tez danışmanı.
Nerede gericilik, baskı ve halk düşmanlığı varsa altından AKP çıkıyor. Bu nedenle üniversiteleri kayyumlardan kurtarma mücadelesi, Türkiye’yi AKP’den kurtarma mücadelesiyle birleşmek zorunda. Üniversitelerimizi geri kazanmak için savunduğumuz talepler, AKP’nin ülkemizden çaldıklarını geri alma hedefine bağlanmak zorunda.
Gençliğin talepleri açık:
12 Eylül darbesinin ürünü olan YÖK kapatılmalı, üniversite özerkliği güvence altına alınmalıdır.
Rektörler her üniversitenin kendi içinden, bütün üniversite bileşenlerinin temsil edileceği seçimler ile göreve gelmelidir.
Pandemi bahanesiyle yapılmayan Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) seçimleri usule uygun bir biçimde yapılmalı, ÖTK temsilcilerinin üniversite senatosunda oy hakkı olmalıdır.
Farklı alanlarda üretim yapan kulüp ve topluluk faaliyetlerine yönelik baskılar ortadan kalkmalı, kulüp ve topluluklarının faaliyetlerine yönelik gerekli imkanlar sağlanmalı.
Örgütlenme özgürlüğünün önündeki resmi ve fiili engeller kaldırılmalı, gençlerin siyaset yapma hakkı kısıtlanmamalıdır.
İktidarın gençliğe geleceksizlikten başka hiçbir şey sunmadığını görüyoruz ve seni de bu duruma karşı yapacaklarımızı beraber tartışmaya, verdiğimiz mücadeleyi beraber yükseltmeye çağırıyoruz. İmza ver birlikte mücadele edelim.